Pazar, Mart 31, 2013

Serdar Erener

Bakın, benzer şeyleri Serdar Erener kardeşim de anlatmış. Buyrun, okuyun:

http://www.campaigntr.com/2013/03/27/38602/serdar-erener-sende-kahraman-reklamci-kumasi-var-mi/

Cuma, Mart 22, 2013

Rumuz: Üşengeç - "Erzurum'da Halkla İlişkiler mi, İstanbul'da Türk Dili ve Edebiyatı mı?"

Öncelikle bu blog aracılığıyla bizlere aklımızdaki soruları sorma, akıl danışma, tecrübenizden yararlanma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Çünkü kendim için konuşacak olursam çevremde reklamcılık konusunda akıl danışabileceğim hiç kimse yok. 

Ben 20 yaşında, üniversiteye henüz başlamamış biriyim. Bu sene sınava 3. defa gireceğim. İki senedir istediğim bölümü, istediğim şehirde kazanmaya çalışıyorum. Liseye geçip de ciddi ciddi ne olmak istediğim sorulmaya başlandığından beri reklamcı olmak istiyorum. Reklamcılığı neden istediğime geleyim. Ben televizyonda veya internette gördüğüm iyi reklamları kıskanıyorum. Bildiğiniz ''Bunu neden ben düşünemedim, neden ben akıl edemedim?'' diye hayıflanıyorum. Aynı zamanda beğenmediğim reklamlar üzerinde de ''Ben olsam şöyle yapardım. Bu ürüne şöyle bir reklam daha uygun olurdu'' gibi fikirler üretiyorum. Bunu yaparken de inanılmaz zevk alıyorum. Hatta çok beğendiğim fikirlerimi not ediyorum ilerde reklam yazarı olursam işime yarayabilir diye. 

Size sormak istediğim ilk sorum, iyi bir yerde reklam yazarı olarak çalışabilmek için iyi üniversitelerden (İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Ankara Üniversitesi vb.) birinde okumak şart mıdır? Örneğin Erzurum veya Sivas'ta okursam okul bittiğinde İstanbul Üniversitesi'ni bitiren birinden bir adım geride mi olurum?

İkinci sorum ise ilk sorumun nedeni aslında. Ben tembel biriyim. Tembel dediysem ders konusunda tembelim. Sevdiğim bir işi yaparken asla tembel değilimdir. Yukarıda saydığım üniversiteleri kazanabilmek için iyi puanlar almak lazım. Ben bu puanları alamıyorum. Bu nedenle iletişim değil de Türk Dili ve Edebiyatı okursam reklam yazarı olabilme şansım düşük mü? İnternetteki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açıklamalarına baktığımda özel yetenekleri olanların metin yazarlığı ve editörlük yapabileceğini okumuştum çünkü. Örneğin Erzurum'da Halkla İlişkiler okumak yerine İstanbul'da Türk Dili ve Edebiyatı okuyarak reklam yazarı olabileceksem hiç düşünmeden İstanbul'a gideceğim açıkçası. Erzurum'u ya da Sivas'ı küçümsemediğimi düşünmeyin lütfen, kaldı ki haddim değil. Sadece alacağım eğitimin kalitesi konusunda endişeleniyorum.

Şimdiden çok teşekkür ederim. Saygılar.

Not: Bu size ikinci mektubum ve ilk mektubumla hemen hemen aynı. Sadece ilk mektubumda yaptığım ufak hatalarımı giderdim.

- - - - - 

Hmm, özenli bir mektup. İkinci yazılışıymış. Her yazdığını tekrar tekrar okuyup, göndermeden gözden geçirmek; yazının varsa yanlışlarını veya güzel gelmeyen yerlerini düzeltmek iyi bir alışkanlıktır.

Gelelim soruya: Reklam yazarı olmak için ne okumalı, nerede okumalı?

Bir kere, bu blogda daha önce sorulmuş soruların arşive girmiş cevaplarını okudunuz mu? Sorunuzun çeşitli biçimleri daha önce soruldu ve cevaplandı...

Yine de soruyorsanız, ki özel yanları da yok değil, bir kez de sizin için cevaplayayım.

1. Ne(ler) okuduğunuzun önemi var: Reklam yazarı olmak için sadece iyi Türkçe bilmek ve yazabilmek yeterli değil. Reklam dediğimiz iletişim aslında 'pazarlama iletişimi' karışımının sadece bir parçası ve reklam yazarlığı bunun bütün ögeleri için yazmayı gerektiriyor. Hele yeni başladığınızda. İlanlar, filmler, radyo reklamları yazar hale gelinceye kadar eleman ilanı, broşür, kullanma kılavuzu, satış mektubu, davetiye, e-posta mesajı vs vs kısaca 'çizgi altı' (veya İngilizcede 'collateral') denen türden bir alay şey yazmanız istenecek. 

Amma, bunları da hakkıyla yazabilmek için, biraz (!) pazarlama, pazarlama iletişimi, iletişim, reklam veeee Türkçe bilmeniz gerekecek. Türkçe yetmeyecek, bir yabancı dili (tercihan İngilizceyi) iyi bilmeniz gerekecek ki, benzer konularda elalem neler yapıyor; konuyla ilgili akademik veya mesleki tartışmalar ne anlatıyor; trendler ne yöne gidiyor izleyip öğrenebilesiniz.

2. Nerede okudunuğuzun da önemi var tabii: Hem dersleri anlatan hocaların konuya hakimiyeti, mümkünse uygulama alanındaki deneyimleri; hem ders dışı akademik ve kültürel faaliyetlerin zenginliği bakımından, okulun zıpkın gibi olması gerek. Okulun içinde yer aldığı kentin kültüre, akademik ortama, yaratıcı yaşama, reklama, iş hayatına bakışı; farklı olana toleransı gibi niteliklerinin oluşturduğu ortam önemli.

Ancak, yine de, okuyan kişi de önemli!
:  )

Yani nerede, hangi okulda, hangi bölümde okursanız okuyun, kendinizi dersler dışında da iyi yetiştirmeye bakmalısınız. Üniversitedeki yıllarını laylaylom, parti, spor, kaytarma, sınavı-ödevi kolaya getirme vs vs türü faaliyetlerle profesyonel öğrenci gibi geçirenler, mezun olunca apışıp kalıyor.

Üniversite eğitiminde önemli olan, öğrenmeyi öğrenmek. Ve sürekli öğrenmek için durmadan çalışmak. Güzel bir kütüphanede, hızlı bir İnternet bağlantısıyla, berrak bir kafayla ne güzel olurdu şimdi yeniden üniversitede okumak. Gelişmek. Öğrenmek. Üretmek. Düşünmek.

Öte yandan, bildiğim kadarıyla Türk Dili ve Edebiyatı da öyle kolay bir dal değil. Üşengeç veya tembel birinin kolayca girip mezun olacağı bir okul değil. Çok okumak, eski Türkçe öğrenmek, ezber, vs vs vs gerek en azından.

Özetle, tavsiyem, silkinin. Tembelliği bırakın. Zeki biri olduğunuzu çıkarıyorum, bunu kullanın. Yol alın. 
Puanınızı tuttumaya bakın ve Eskişehir Reklamcılık bölümüne girin. İzmir Ekonomi Reklamcılık bölümüne girin. Bahçeşehir Reklamcılık bölümüne girin. Olmadı, nereye giriyorsanız girin, ama hem kendinizi yetiştirin hem iyi notlar alıp yatay geçiş yapmaya bakın eğer yatay geçiş diye bir şey hâlâ varsa...

HM


Pazar, Mart 03, 2013

Rumuz: Zugzwang - "Belki diyorum..."


Çocukluğumdan beri yazı yazmaya, resim yapmaya meraklı olduğumu söyleyebilirim. Öyle ki liseye kadar bu merakım, bulduğum her resim ve kompozisyon yarışmasına atlamamla kendini göstermiştir. Belirtmek isterim ki birçoğunu da kazanmışımdır. Fakat gelgelelim kaderin cilvesi yahut benim korkaklığım ve ailemin güzel sanatlar fakültesi hakkındaki görüşleri sebebiyle daha oturaklı bölümler seçmeye itilmiş “öğretmen ol yavrucuğum” nidalarına karşı gelmiş ve sonuç olarak ne ailemin isteğini ne de kendi istediğimi gerçekleştirememiş bir gencim.

O ergen çaresizlik dönemlerimde “ne olmalıyım” sorusuyla boğuştum.  Karakter ve yapı olarak kesinlikle sayısal bir bölüm okuma eğilimde değildim. Sosyoloji ve felsefe bölümleri arasında aklım gidip gelirken, neden deniz yerine gölde yüzeyim dedim ve atladım felsefenin engin denizine, bir de baktım deniz yerine bir okyanusun ortasındayım. İşte insanlara, hayata, sanata, tarihe, edebiyata deyim yerindeyse her şeye olan ilgim beni böyle felsefenin ortasına atıverdi.

2006 senesinde Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümüne girdim ve 2011’de mezun oldum. Okuduğum bölümün bana kişisel olarak çok getirisi olduğunu söyleyebilirim, açıkçası okurken iş bulmanın bu kadar zor olacağını da düşünmemiştim. Bir gün “felsefe okudukta gâvur mu olduk” diyeceğim aklıma gelmezdi. Bunun sebebi muhtemelen gereksiz özgüven fazlalığım diye düşünüyorum.

İlk iş tecrübem yerel bir gazetede muhabirlik idi. Bölümdeki birçok arkadaşımın ortak hayali olan yazarlık hevesiyle deyim yerindeyse atlamak şöyle dursun daldığım bir işti. Tabii ki görünenin ardındaki görünmeyenle tanıştıktan sonra, fazla da uzun sürmeyen bir macera oldu. Bunun gibi ufak tefek bir iki iş daha… Uzun zaman bir reklam ajansı, dergi, gazete vs. gibi yerlerde stajyer olarak iş baktım ve bir kere bile böyle bir pozisyon için görüşmeye çağrılmadım maalesef. İnsan durup düşünüyor yaş 25, iş yok, hayaller silik, cılız… Kendimi insan kaynakları sektörüne attım bu sebeplerden ötürü, bir firmada staj yaptım ve iş aramaya devam ediyorum.  Ama hala “METİN YAZARI” adlı bir pozisyon görsem içim ürperiyorJ ve başvuruyorum. Tecrübe yok, portfolyo yok ne dersiniz hocam ümit etmeye devam etmeli miyim? Bu işe başlamak, başlayacak bir yer bulmak bu kadar zor mu gerçekten, yoksa benim beceriksizliğim miydi? Ne yapmalı?

Biraz iç dökmek biraz fikir edinmek amacım, kafa şişirdiysem, bir hatam olduysa affola saygılarımla…

- - - - 
Hmm!
Kafam şişmedi ama kalbim şişti: Felsefe bölümünde okumuş birinin, biraz çabayla, bir yerlerden başlayıp reklam yazarı olabileceğini düşünürdüm ben... Biraz çabayladan kastim, pazarlama-iletişim-reklam ekseninde okuyup, Reklamcılar Derneğinin birkaç atölyesine katılıp, hele İngilizce varsa Webden biraz çalışıp...
Reklam ajanslarınnı stajyer alımına ilişkin yanlışları bu blogdaki pek çok yazıda ele aldım. Çağrılmamış olmanızın birçok nedeni olabilir. Okul farkı, geç başvurmak, yakışıklı başvuru dosyası yapmamak, birilerinin kıçını yalamamak gibi... Portfolyo meselesi biraz karışık: Bu işlerin okulunda okumuş bile olsanız, portfolyo diye öğrencilere yaptırılan veya öğrencilerin kendi yaptığı işlerden oluşan bir dosya beni çok inandırmaz, etkilemez. Çünkü o işlerin nasıl yapıldığını yakından bilirim ben. Karşımdaki kişinin gözündeki pırıltı, kültürüne ve kafa yapısına dair fikir verecek şeyler, oturması kalkması, konuşması, zekası daha çok ilgilendirir beni... Ama başvurduğunuz yerler nereleri bilmemekle birlikte, sayıp döktüğüm nitelikler sizde varsa şunu söyleyeceğim: Küçük yerlerin ilanlarına başvurmayı sürdürün ama asıl büyük ajansları yoklayın. Olgun, böyle bir yaşta ve kültürde, iyi düşünebilen biriyseniz oralardaki görüşmelerde daha çok şansınız olabilir. 
Ama madem İK alanında çalışmaya başladınız, orada devam ederken bir yandan dediğim yoldan zihinsel ve becerisel (böyle bir sözcük mü var?) hazırlıklar yapmaya devam edin bence... Plan ve yöntemlerinizi değiştirin bir yandan... İyi bir okuldan mezunsunuz, diliniz de belki vardır (yoksa da geliştirmeye bakın - Almanca mı okudunuz?), biraz reklam alanında kitabî de olsa birikim geliştirin derim. 
"Bir hatam olduysa..." inceliğinize teşekkür ederim. Sadece “felsefe okudukta gâvur mu olduk” derken, okuduk da gibi yazılması gerekir. Söylemiş olayım.
Mücadeleyi bırakmayın. Hepsi iyi olmayan bir sürü sözde reklam ajansı var ama iyi olanlar da var.

HM

Rumuz: Jeoloji mühendisi adayı - "Bırakayım mı kaldığım yerde..."

Merhaba Sevgili Mesci,

Umarım iyisinizdir. İş ilanlarını gezerken ''Hmm !'' isimli bloğunuza rastladım ve ben de içinde bulunduğum boşluk, kararsızlık ve pes etme korkusuyla yazmaya, bir katrede olsa tavsiyelerinizi duymaya karar verdim. Ben 22 yaşında bir jeoloji mühendisi adayıyım. Reklam yazarlığı için ne kadar istekli olsam da ailemin baskılarına yenildim. Daha doğrusu yenilmiş gibi gözüktüm. Fakat daha sonra okulumun 5. senesine uzamasıyla çalışmam gerektiğine karar verdim. İşte o an benim için bir fırsat doğmuştu. Aileme, mezun olana kadar illa ki bir yerde çalışacağımı ve bu zamanda hiç olmassa istediğim alanda kendimi denemem konusunda onları ikna ettim. Çabalarımla bir ajansta metin yazarı olarak işe başladım çok cüzi bir miktarda. Ama 2. ayımda malesef çıkarıldım. Gene buldum gene çıkarıldım. Buna rağmen umudumu, inancımı hiç yitirmedim. Çünkü bu benim hayalimdi ya olucaktı ya olucaktı. Bunlar normal olan şeylerdi zannımca derken gerçekten içime sinen bir ajansa başladım. Her şey harika gidiyordu patronum, mesai arkadaşlarım, müşterilerimiz, çalışmalarım mükemmeldi. fakat bir gün işe geç kaldım diye beni işten çıkardı ve ben ne olduğunu bile anlayamadım. Şimdi iş arıyorum ama motivem sıfır. Çünkü hayatımda olumsuz her şey peş peşe geldi ve gerçekten yorulduğumu hissediyorum. ''22 yaşındasın daha dur'' diyeceksiniz belki ama yoruldum. Hayatımdaki her şey için bu kadar mücadele etmekten yoruldum. Ailem sırf ''ben demiştim'' demesin diye iş bulana kadar, akşama kadar sokakta parasız dolaşmalarım olsun, zorla bulabildiğim işi, aileme kabul ettirebilmeye çalışmak olsun, daha 1 ay olmadan işten çıkarıldığımı aileme açıklamaktan yoruldum. Şuanda öyle kritik bir yerdeyim ki sevgili Mesci, tabir-i caizse ''ya tamam ya devam'' diyeceğim. Yaklaşık 1 yıla yakın bir tecrübem oldu bile ama bende de heves kalmadı. Şimdi size soruyorum, ben ne yapayım ha? Bırakayım mı kaldığım yerde yoksa devam mı edeyim bu şekilde? Tavsiyenize ihtiyacım var. Umarım Haluk Mesci bu mailin altındadır:(

- - - - 

Hmm... Ve de Uhhh!

Neresinden tutayım acep yüreğimi birkaç noktadan burkan bu mesajın???

Herhalde bir yakınlık hissedip, saçlarımın da çoktan ağarmış olmasından güç alıp, "Sevgili Mesci" diye başlamışınız. İçtenliğe teşekkür ederim ama birbirini sıvazlayan çoğu köşe yazarlarının kendi aralarındaki tuhaf tarzın gazına gelip, hiç tanımadığınız birine yazdığınız mektuba böyle başlamayın bence. Yani Reklam Yazarı olmayı kafaya koyduysanız...

İş ilanlarını gezerken Hmm! bloguna nasıl rastladınız acaba, merak ettim. İnternet şaşırtıcı bir mayalı çöplük...

Hemen söyleyeyim, aileniz doğru düşünüyor sanki! Eğer bir yandan da pazarlamaya, iletişime, reklama, sosyolojiye, edebiyata, sinemaya, güzel sanatlara vb. meraklı değilseniz ve bu alanlarda raflar dolusu kitaplar tüketmemişseniz; yazmadan duramama gibi bir hastalığınız yoksa, aldığınız eğitimle reklam yazarı olmanız güç. Yani çok uğraşırsınız. Yıllar içinde belki öğrenirsiniz ama öğrenene kadar ne sizde motivasyon kalır (sizin yazdığınız gibi "motiveniz" değil yani, doğrusunu öğrenin) ne elde avuçta para olur. Saygın bir iş hayatınız ya olur ya olmaz. Hele yolun başında (ki sizde bir sürü işareti var bile) öyle saçma ve insanlık gururuna aykırı şeyler yaşarsınız ki, değil reklam yazmak, düşünecek enerji ve isteğiniz kalmaz.

22 yaşında mücade etmekten yorulmanız, gerçekten garip. Çünkü hayat zaten mücadele etmek üzerine kurulu.

Reklam yazarı olma tarafından söz ediyorsanız, mücadele etmek zorunda kalmanız hem eğitiminizin reklam işine yatkın veya uygun olmamasından kaynaklanıyor. Anlaşılan o ki, kendinizi işe zorla kabul ettirmişsiniz. "Bu kadar istediğine göre bir deneyelim" olmuşlar ve geç kalmanızı bahane edip sizi yollamışlar. 

Sizde bu işe yatkınlık olduğuna nereden karar verdiniz? 

Reklamları beğeniyor olmak bunları ben de yazarım dedirtmemeli insana. Çoğu zaman, o basit görünen reklamların ardında, inanılmaz çalışmalar, beceriler, kan ve ter ve göz yaşı yatar... O işler zaten çoğunlukla, sağlam ve oturmuş yapılı, reklam görüşü kadar işletmecilik anlayışı da çağdaş yerlerden çıkar. Oraların İK yönetimleri de 'geç kaldın hadi yallah' diye çıkarmaz stajyerleri. (Stajyerleri bazen kötüye kullanır ama onu da bu blogda çoğu zaman yazdım zaten...)

Türkçeniz de gördüğüm kadarıyla reklam yazarı olmaya yetmeyecek düzeyde özensiz. Örneğin, "şuan" diye bir sözcük yok Türkçede! Motivem diye bir sözcük yok! Cümlenin gelişinden gördüğüm kadarıyla, "katrede" diye yazılmaz söylemek istediğiniz, katre de diye yazılır. De ayrı olacak.

Size önerim, önce jeoloji eğitiminizi tamamlayın. Bir iş bulup çalışmaya bakın. Arada, reklama merakınızı bırakmayın. Kitaplar alın okuyun. Webde bile bir alay şey var, izleyin. Notlar çıkarın. 30 yaşınıza geldiğinizde hâlâ reklam yazarı olmak istiyorsanız, hiç değilse bu konuda bir şeyler çalışmış, Türkçesini ve yazı tarzını daha özenli kılmış biri olarak iş bakınırsınız.  

Rumuz: Blogcu - "İstanbul'da tutunabilir miyim..."

Ben, henüz, Reklamcılık Bölümü I. sınıf öğrencisiyim. Hedeflerimi şimdiden belirlemek ve o yolda bir şeyler yapmak istiyorum. Naçizane bir şeyler yapıyorum da. Okulu bitirdikten sonraki hedefim ise açık ve net. Metin yazarı olmak. Bu meslek hakkında, kendimi geliştirebilme adına neler yapmalıyım ?  (Türkçeyi üst düzeyde kullanmak, en az bir yabancı dil bilmeyi geçersek.) Öncelikli neler önemlidir bir metin yazarı için ? Ve İzmir'de okuyup İstanbul'da tutunabilme şansım var mıdır ? Ayrıca, "Yaratıcı Reklam Yazarlığı Atölyesi" hala devam ediyor mu ? Vereceğiniz cevaplar için şimdiden teşekkürler, iyi çalışmalar :)

- - - - - - - 

Hmm.

Blogdaki arşivi incelemeden yazan, dolayısıyla oradaki soruların büyük bölümünün merak ettiğini tekrar eden bir kişi daha.

Neyse ki Türkçesi -büyük ölçüde- düzgün bari. (...kendimi geliştirebilme adına neler yapmalıyım... cümlesindeki 'adına' kullanımı yanlış! İçin kullanmak gerekiyor. ...kendimi geliştirebilmek için neler yapmalıyım... olmalı. Adına demek için, kabaca söylersek, birinin size bir vekalet vermesi gerek; onun adına konuşuyor olmanız gerek. Kendimi geliştirebilmek adına konuşursam neler yapmalıyım? diye soru mu sorulur?!  )

Dostum, arşivi okuyun. Okudum diyorsanız, "Öncelikli neler önemlidir bir metin yazarı için?" sorusu niye?

Hem, "Metin Yazarı" lafını, genellikle yazdıklarını tutkuyla yazmayan, metin mi metin işte diye özetlenebilir bir memur umursamazlığı içinde çırpıştıranlar için kullanıyoruz. Metni yazan anlamında kullanıldığı dönem geçeli çok oldu. Reklam Yazarı diyoruz. Bu ayrımı ben yapıp ortaya atalı 30 yıl geçti.

İzmir'de okuyan herkes zaten İstanbul'a gidiyor, tutunana kadar ya kafayı yiyor ya katlanmadık zorluk bırakmıyor. İstanbullu musunuz? İzmirliyseniz eğer, niye İzmir'de adam gibi bir yerde çalışmayı düşünmüyorsunuz? 

Yaratıcı Reklam Yazarlığı devam etmiyor çünkü kimse ilgi göstermiyor. Kimse yazmanın inceliklerine ve zorluklarına kafa yormak istemiyor. Baksanıza, sizin blogdaki 'reklam denemeleri' de bir foto bulup, bunu hangi ürüne yakıştırırız, altına ne laf uydururuz diye yaklaşıyor işe.

HM

Rumuz: Gemici Düğümü - "Eleştirel görüş yapısı"


22 yaşında İletişim Öğrencisiyim. Umarım uzun bir mektup olmaz çünkü kafamı karıştıran ve kendi açımdan önemli olduğunu düşündüğüm çeşitli sorularım olacak size. İlk sorum biraz komplike ; bir kişinin eleştirel bir görüş yapısına sahip olmadan reklamcı olabilmesi mümkün müdür? Ya da tam tersi eleştirel bakış açısına sahip olmak reklamcı olmak isteyen kişiyi negatif yönde etkiler mi? Daha net soracak olursam eleştirel bakış açısı sahibi olmak reklamcılığın neresindedir?

İkinci olarak akademisyen yani reklam ve pazarlama anlatan biri olmakla reklamcı olmak arasında nasıl bir ilişki vardır? Reklamcılığı neredeyse yutmuş bir akademisyen neden reklamcı olmak istemez ya da "olamaz" ?

Üçüncü sorum, dil bilim ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapmış olan yazarlarla ilgili. Roland Barthes, Ferdinand de SaussureTheodor W. Adorno gibi dil bilim ve gösterge bilim ile ilgili başarılı çalışmalar yapmış insanları özümsemek ve didiklemek ne kadar önemlidir? Yani dil bilim ve gösterge bilim reklamcılığın neresindedir? Siz de bu konulara hakim olmayı seçtiniz mi?


Son olarak ilk yazdığım reklam metnimi göndermek istiyorum değerlendirirseniz sevinirim. Teknik imkansızlıklardan dolayı görsel hale dökemedim ne yazık ki. Kusura bakmayın.


Tek Kare sayfa reklam.


Şık bir barda oturan bir adam vardır. bar ne çok şaşalı ne de kötüdür. Sıcak renkler kullanılmıştır, yani eksantrik bir yapıdadır. Adamı arkadan yarısını görürüz. Üstünde blazer ceket olan tarz bir adamdır bu. Önünde boş bir bira bardağı vardır. Ancak bira hemen içildiğinden, bardakta biranın soğuk olmasından kaynaklı bir buğulanma vardır. Adam barmene eliyle bir tane daha işareti yapar. Manşet: Bir tane daha lütfen.  Sağ alt köşede ürünü şişesiyle görürüz. 


Saygılar Teşekkürler.

- - - - - 

Hmm... [Dikkatli olmaya çalışan, ama dikkati çabucak dağılan bir genç dostumuz... İletişim öğrencisi imiş. Öğrencisi diye büyük harfle yazması, öğrencilik konumuna veya iletişim'e önem vermesindendir umarım. Çabuk dağılan dedim çünkü ciddi, bilgili, okumuş biri gibi başlıyor cümleye; yani cümlenin kozmetiği öyle gibi duruyor ilk bakışta, ama yakından incelenirse pek çok yanlış görülüyor ve bir yere varmayan laflar edildiği çıkıyor ortaya. Yazık, çünkü niyet iyi.]

Efendim, mektup sizin yazdığınız bir şey olduğuna yani uzunluğuna siz karar verdiğinize göre, uzun olmayacağını ummakla kalmayabilir, o uzunluğu belirleyebilirsiniz: Yazdığınız kişiyi sıkacağını düşünüyor ve bu nedenle 'uzun olmasın, adam sıkılmasın' diyorsanız, oturup kısaltabilirsiniz. 'Umarım, size uzun gelmez' demek istiyorsanız, onu öyle yazacaksınız. Neyse. 'Sorularım olacak' sık rastlanan bir klişe, gelin, siz kullanmayın. Sorularım var demek daha kısa ve daha doğru. Soruları oturup yazmaya giriştiğinize göre, kafanızdalara zaten ve olmuşlar, olmayacaklar yani. Neyse.

Sorunuz komplike falan değil. Hem komplike yerine karmaşık demeniz Türkçeye daha saygılı olur. Diyorum ki, sorunuz karmaşık falan değil. Size öyle geliyor. Kafanızı karıştıran da bu. Ama zaten bunu da yazmışsınız.  Sorunuza gelelim. 'Eleştirel görüş yapısı' ne demek ki? Eleştirme becerisi veya eleştirel düşünme yerine mi kullanıyorsunuz acaba? Tumturaklı veya oturaklı soru sormak uğruna mı (bakın bazı gençler gibi 'adına' demiyorum, dikkat buyrun) böyle yazıyorsunuz acaba? Hem bir sonraki cümlede 'eleştirel bakış açısı' olmuş... Eleştirel düşünebilen kafa yapısı mı demek istiyorsunuz yoksa? Ne demek istiyorsunuz gerçekten bilemedim. Neyse. 

Eleştirel düşünme becerisine sahip olmak yerine kullandığınızı varsayalım...

Evet, reklamcının çözümleyici düşünmeyi bilmesi gerekir, eldeki pazar, pazarlama, pazarlama iletişimi sorunlarına veya ihtiyaçlarına kafa yorarken; rakiplerin durumlarını değerlendirirken, çözümleme ve eleştiri yapabilmelidir. Ama, sorunuzda alttan alta 'herkesi veya her işi eleştirmek; hiç kimseyi ve hiçbir şeyi beğenmemek' varsa, hemen söyleyeyim, bu takım oyununu ve moralini bozan; verimi düşüren bir şeydir ki böyle reklamcıları kimse sevmez. Onlarla kimse çalışmak istemez.

'Daha net soracak olursam' demişsiniz. Madem daha net sorabiliyorsunuz, baştakileri yazıp lafı dolandıracağınıza öyle sorsanız daha iyi bir iletişim olmaz mı? Öyle sordunuz diyelim, cevabını da yukarıdaki paragrafta almış oluyorsunuz. 

İkinci sorunuza geçelim. Akademisyenlikle reklamcılık arasındaki ilişki... Şunu söyleyeyim, herkese bunu söylüyorum: Seks, güreş, dans, aşçılık, reklamcılık vb. kitaptan öğrenilmez. Mutlaka uygulama yapmak ve öğrendiklerini elle tutulur somut ürünler halinde hayata geçirebilir olmak gerekir. Pazarlama, pazarlama iletişimi, reklam gibi konularda akademisyen olarak çalışanların ne yazık ki büyük bölümü -istisnalar var tabii- uygulama yapmadan kitabî bilgiyle oralara geliyor. Anlattıklarını, özellikle de yaratıcı tarafta, hayata geçirebilme becerisine ve ustalığına sahip değiller. Zaten, kusura bakmasınlar, nasıl akademisyen olunduğunu; akademisyen olunurken genelde hangi koşulların genelde hangi koşullarda yerine getirildiğini de üzülerek biliyoruz. O koşulları yerine getirmek için kitapları, makaleleri yutmuş olmak, hatta onları yazmak veya yazmış gibi yapmak, insanları reklamcı, doktor, mühendis, mimar, aşçı vs. yapmaz. 'Bilgili' yapabilir. Sahip olunan bir bilgi de illa ve kolayca bir ürüne dönüşmüyor.

Üçüncu sorunuzun cevabı da hemen bu bir üstteki paragrafta yatıyor aslında. Bilgili olmak için bilgili veya bilgi yaratan insanların yazdıklarını, yaydıklarını okuyabilir, öğrenebilirsiniz. Ama bunları nasıl kullandığınız önemli. Hadi okumadınız diyelim, dil konusunda ve dile ilişkin komşu konularda bilinçli -ve özenli, dikkatli- olmanıza engel değil. Tersi de ilginç: Bilgili pek çok kişinin, dilde, dili kullanımda ne kadar özensiz ve dikkatsiz olduklarına bakıp kahroluyoruz her gün.

Gelelim reklam diye yazdığınıza. Bir reklam değil, bir reklam (ilan veya film gibi bir uygulama) fikri yazmaya çalışmışsınız.

Ama reklam öyle pat diye havadan yazılmıyor dostum. Marka ne? Markanın ihtiyacı ne? Tipik tüketicisi kim ve marka hakkında, ürün hakkında ne düşünüyor? Markanın rakipleri var mı? Rakipleri ne diyor? Marka daha önce reklam yapmış mı? Yapmışsa o reklamlarda nasıl bir ton vs. tutturmuş? Onlar devam edecek mi, değişecek mi? Bir sürü şeyin dikkate alınması lazım.

Hadi bunları geçtik.

Yazdığınız hangi reklam ortamında yayınlanacak? Bu bir basın reklamı mı, film mi, radyo mu, poster mi?
Her reklam ortamının dolayısıyla da o ortamda yayınlanacak reklam materyalinin (ilan, film, spot, poster vs.) kendi nitelikleri ve koşulları var. Bu yazdıklarınızla onları üretmek çok mümkün değil.

Öte yandan, 'Son olarak ilk yazdığım reklam metnimi göndermek istiyorum' diye yazmışsınız. 'Son olarak, yazdığım ilk reklam metnimi' demek istiyorsunuz herhalde.

'Şık bir bar' ise nasıl 'ne şaşalı ne kötü' olabiliyor? 

'Sıcak renkler kullanılmıştır, yani eksantrik bir yapıdadır' ne demek? Eksantrik sözcüğünün anlamını bildiğinizden emin misiniz? 

'Adamı arkadan yarısını görürüz' ne demek? Bu cümle dilbilgisi bakımından doğru mu? Tekrar okuyun.

'Üstünde blazer ceket olan tarz bir adamdır bu' ne demek? Üstünde blazer ceket olmak adamı nasıl tarz yapıyor ve tarz bir adam olmak ne demek tanrı aşkına?

'Önünde boş bir bira bardağı vardır. Ancak bira hemen içildiğinden, bardakta biranın soğuk olmasından kaynaklı bir buğulanma vardır' ne demek? Boş bira bardağı mı hemen içilmiş? Bardak boşsa bardakta biranın soğuk olması ne demek??????  

'Adam barmene eliyle bir tane daha işareti yapar. Manşet: Bir tane daha lütfen.  Sağ alt köşede ürünü şişesiyle görürüz.' son darbeyi vuruyor, yüreğim dayanma gücünün son raddelerinde artık.

Manşet diye başlığa deniyor. Sona yazmışsınız. Manşet sözcüğünün anlamını da bilmiyorsunuz demek. İletişim fakültesinde hangi dersleri alıyorsunuz acaba? Reklam dersi aldınız mı? Aldıysanız, neler öğretiyorlar size böyle? Almadıysanız, niye reklam yazmaya bu kadar acele ediyorsunuz? 

Ben teşekkür ederim. Dilerim iyi niyetli bir ileşitim öğrencisi olarak merakınız daim olsun. Ama dikkatiniz de sonsuz...